Hacı Bektaş Veli , Selçukluların son zamanlarında yaşamış, Osmanlı Devleti kurulmadan önce vefat etmiştir. Onun yaşadığı dönem, geçtikleri her yeri yakıp yıkan Moğolların oluşturduğu dehşetli kasırgadan sonraki kaos dönemidir. Bu dönemde,Konya ’da Mevlana, Kırşehir ’de Ahi Evren, Sulucakarahöyük’te -bugünkü adıyla Hacıbektaş’da- Hacı Bektaş Veli gibi daha birçok ismin, bir anlamda Anadolu ’nun mimarları olarak tarih sahnesinde oldukları bir dönemdir. Bunlar, Moğol kasırgası sonrasında yersiz yurtsuz kalan, ölümle hayat arasındaki ince çizgide gidip gelen, çok yönlü bir çöküntü yaşayan, morali bozulan, sağlıklı üretimden uzak kalan insanların düşünce dünyalarını ve davranış biçimlerini daha sağlıklı hale getirebilmek için önderlik yapan; güvenin, barışın ve yüksek insani değerlerin gelişmesi için çaba harcayan erdemli insanlardır.
Bu isimlerin bugün bile saygı ile anılmasını sağlayan bazı ortak özellikleri vardır. En başta da güvenilirlik... Aslında İslam’ın davranış planında insandan istediği en önemli özellik de budur. Mü’min insan ilkelidir, her koşulda “dosdoğru” olur. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Mü’min, herkesin elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.”
MÜSLÜMAN İNSAN ZEKAT VERECEK KADAR ÜRETMEK ZORUNDADIR
Mevlana, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli dediğimizde meselenin daha çok dini boyutunu algılarız. Bu insanlar dinin anlam ve önemi hakkında üst seviyede bilinç geliştirmekle kalmamışlar; hayatın anlamının insanın yaratıcı yetilerinde gizli olduğunu göz önüne sermek istercesine yaratıcılığa, üretime ve yüksek güven kültürüne büyük önem vermişlerdir.
Mesela, Ahilik ve Ahi Evren’le birlikte, günümüzde üretimde sıkça konuşulan “toplam kalite”nin ve planlı üretimin insanlık tarihindeki ilk örneklerine rastladığımızı hemen belirtmeliyiz. Üretim, kaliteli ve planlı üretim Ahilik teşkilatının üzerinde hassasiyetle durduğu, çok önemsediği bir konudur. Bunun farklı yansımalarını Ankara civarında yaşamış olan Hacı Bayram Veli’de de görüyoruz. Hacı Bayram Veli, kendisi ürettiği gibi, esnafa da hem üretim planlanmasında, hem kaliteli üretimde destek olur. Aynı şekilde Hacı Bektaş Veli’ye baktığımızda, onda da üretimi teşvik eden bir duruşun mevcut olduğu hemen dikkat çeker. Emek kutsaldır. Müslüman insan, en azından zekat verecek kadar üretmek zorundadır. Hacı Bektaş Veli’nin içinden geldiği gelenek, üretimi, helal kazancı önemli bulan ve insanları bu doğrultuda yönlendiren bir gelenektir.
"YETMİŞ İKİ MİLLETİ BİR GÖZLE BAKMAK"
Aslında Hacı Bektaş Veli denildiği zaman akla gelen diğer önemli bir husus, akla ve bilime yaptığı vurgudur. “Makalat”ta şöyle denilmektedir: “İman akıl üzeredir.”
Hacı Bektaş Veli’nin düşünce dünyasında aklın birinci derecede önemi vardır. Yine “Makalat”ta ve ona atfedilen başka kaynaklarda geçen “yetmiş iki milleti bir gözle bakmak” şeklindeki ifade, onun insan anlayışını ve insan sevgisinde ulaştığı zirveyi bize göstermektedir.
Hacı Bektaş Veli dediğimizde sadece insan sevgisi değil doğa sevgisi de akla gelir. Velâyetname’de çok etkileyici bir hikâye vardır. Kalecik dolaylarından Hacı Bektaş Veli’yi ziyarete giden bir grup yolda bir domuz sürüsüne rastlar; içlerinden bazıları küçük bir domuz yavrusunu yakalar ve kuyruğuna bir teneke bağlarlar. Bu teneke ses çıkarttıkça sesten ürken domuz sürüsü de süratle koşmaya başlar. Daha sonra bu grup Hacı Bektaş Veli’nin yanına geldiğinde, Hacı Bektaş Veli onlara döner ve şöyle der: “Biz hayatımızda hiç böyle terlememiştik, bizi çok yordunuz. O domuz yavrusunun kuyruğuna tenekeyi niye bağladınız? Biz yetişip onu kurtarmasaydık çatlayıp ölecekti.”
Burada olayın gerçek olup olmadığından öte, verilen mesaj son derece önemlidir. Müslüman kültüründe domuz çok fazla önemsenen bir hayvan değildir. Domuz eti haramdır ve Müslümanlar da domuza pek sıcak bakmazlar. Ama Hacı Bektaş Veli’den söz eden Velayetname’de, Yunus Emre nin ifadesiyle “yaratılanı, Yaratandan ötürü hoş görme”nin anlam ve önemi, böylesi bir metaforla insanlara anlatılabiliyor.
"BİLİMDEN GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR"
Hacı Bektaş Veli, aslında İslam’ı çok iyi anlayan, Anadolu’yu aydınlatan büyük isimlerden biridir. Benzer duruşu Mevlana’da, Ahi Evren’de de görebilirsiniz. Bu insan sevgisinin köklerinin Kur’an’da ve Hazreti peygamberin hayatında yattığı gerçeğini unutmamak gerekmektedir. Yani o insanlar bilgi ile hareket ediyorlardı. Hacı Bektaş Veli “bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” derken aslında bugünün insanına asırlar öncesinden muhteşem bir ders veriyordu. Bilgi büyük bir güçtür; sorunlar ancak doğru, sağlam ve güvenilir bilgi ile çözülebilir.
İNSAN TANRI'NIN DOSTUDUR
Ahlak temelli din anlayışında insan-Tanrı ilişkisi’nden söz etmeden geçmek elbette olmaz. Ahlak temelli din anlayışında etkin olan rahmet sıfatı öne çıkan bir Tanrı tasavvurudur. Bu algı biçiminde Tanrı’nın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. İnsan Tanrı’nın dostudur. Tanrı-insan ilişkisi kelimenin tamanlamıyla bir dost ilişkisidir. Her şeyin yaratıcısı olan Tanrı, en güzel şekilde yarattığı ve yaratıcı yetilerle donattığı insanı “halife” olarak yaratmıştır. Bu sebepten Tanrı-insan ilişkisi güven esasına göre biçimlenmektedir. Tasavvufta bunun adı “marifetullah” yani Allah ’ı bilmek, O’nu keşfetmek; bir anlamda O’nunla hemhal olmaktır. Bu konuda Hacı Bektaş Veli Makâlat’ında şöyle der: “Eğer, muhiplere, Çalap Tanrı’yı nasıl bildin derlerse, onlara şöyle cevap verirler: Çalap Tanrı’yı kendimizden, kendimizi de Çalap Tanrı’dan bildik. Sözümüzün delili, Hazreti Aleyhisselam’ın buyurduğu şu hadistir: ‘Her kim kendini bilirse, şüphesiz Rabbini bilir.’
Muhiplerin sözlerinin hakikatı insanın kendi içindedir; başka yerde arayan nasıl bulacaktır? Bu sebeple bir insan kendini bilmeyince Tanrı’yı nasıl bilecek ve görecektir? Nitekim Çalap Taalâ buyurur: ‘...Biz ise ona, ilim ve kudretimizle sizden daha yakınız; fakat siz (yapılmakta olan işleri) görmüyorsunuz.’(Vakıa, 85). Bir âyette de şöyle buyurur: ‘ ...ve biz ona şah damarından daha yakınız..’(Kaf, 16)” (Hacı Bektaş Veli, Makalat, 1990, 8,12)
Sözün özü, özgürlüğün, adaletin olmadığı yerde İslam olmaz. İslam’ın inanç planında özünü Tevhid, davranış planında da dosdoğru olmak oluşturur.