Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor Yerel Haberler Teknoloji Kim Kimdir?
İçişleri Bakanlığı'ndan Yeni '112 Web İhbar Sistemi' Uygulaması
İçişleri Bakanlığı'ndan Yeni "112 Web İhbar Sistemi" Uygulaması
Ticaret Bakanlığı'ndan Cep Telefonu ve Taşıt Satışlarına Yeni Taksit Düzenlemesi
Ticaret Bakanlığı'ndan Cep Telefonu ve Taşıt Satışlarına Yeni Taksit Düzenlemesi
2025 Yılı Bütçesi TBMM'de Kabul Edildi
2025 Yılı Bütçesi TBMM'de Kabul Edildi
Aday Öğretmenlik ve Kariyer Basamakları İçin Yeni Düzenleme Yayımlandı
Aday Öğretmenlik ve Kariyer Basamakları İçin Yeni Düzenleme Yayımlandı
19 İlde Gürz-30 Operasyonu: 40 Gözaltı
19 İlde Gürz-30 Operasyonu: 40 Gözaltı
HABERLER>KÜLTÜR-SANAT
25 Kasım 2014 Salı - 10:19

Nasıl akmak isterse öyle akıyor söz

ANKARA GAZETESİ / “Her şey bir işaretle başlar. Dinle Bisnov, Uzak yıllardan geldim. Göğün kızıl şarap rengine bürünüp karanlık bulutlarla kaplandığı acı azap zamanını, tarihin bitim noktasından başladığı, adalarla karaların yer değiştirdiği o günü ve sonrasını görenim. Ben, diğer biliciler ve duyuc

Nasıl akmak isterse öyle akıyor söz

ANKARA / Ankara ’da yaşayan şair Arzu Demir, “Yalnızlık Üşür”, “Şeytan Gül Dalına Dönerse” ve “asıl suret ve bahçedekiler” şiir kitaplarından sonra NotaBene Yayınları tarafından basılan “Nuhun Gemileri” (2014) ile okurlarının karşısına çıktı. “Azap Günü kitaplar kaybolduğunda yalnızca hafızalar ve yol kaldı” önsözüyle başlayan roman, şiirsel bir dille akıyor. Bir tragedyanın ortasına düşmüşçesine ya da bir bilgenin ağzından dinlediği destanla, gerçeği ve gerçek varlığını aramaya koyulan okurunu “ihtiyaç duyduğu cevapları arayışının hikâyesine” davet ediyor, Demir. Okur, roman kahramanlarıyla birlikte akıl mı, ruh mu ikileminde, hangisini izleyeceğine karar vermeye çalışırken aslında peşine düşülen sorular da cevaplar da tek bir gerçeğe açılıyor: Savaş, yıkım, ölüm, zulüm. Oysa “İnsanın ilk görevidir, soluğunu zulümden arındırmak” diyen Arzu Demir’e, dünyayı ve insanlığı daha iyi anlamamızı sağlayan romanı üzerinden sorduğum sorularımı yanıtladığı için teşekkür ediyor, Ankara Hürriyet okurlarını kendisiyle baş başa bırakıyorum.

Yazarak kendime bir şans vermeyi denedim

-Şairsiniz, “Şiir benim için soluk almak gibi,” diyorsunuz ama bu kez okurlarınıza anlatmak istediklerinizi roman türünde aktarmayı seçtiniz. “Nuhun Gemileri” hangi akımın etkisiyle kaleme alındı; fantastik, ütopik, büyülü gerçeklik..? 
Söylenecek sözün kendisi belirliyor türünü, diye düşünüyorum. Nuhun Gemileri, onu yazdığım dönemdeki iç dünyamın, ihtiyaç duyduğu cevapları arayışının hikâyesidir. Bir çözüme ulaşmanın, mümkünse uzlaşmaya varmanın özlemiyle yazılmıştır. Şiirlerimde olduğu gibi karmaşayı, çelişkiyi, çalkantıyı dile getirse de şiir olmamıştır. Çünkü şiir sorar, karşı durur, çelişkiyle kıvranır ama cevaplar bulmanın, çözüm aramanın, hele uzlaşmanın yeri olamaz. Bu yüzden söylenecek olana göre farklı türlerde yazmayı daha doğru buluyorum. Nasıl akmak isterse öyle akıyor söz. Fakat hemen ekleyeyim akmakla, yalnızca esin ve esrikliği kastetmiyorum, yazmayı sürdürmek için deli gibi çalışmak da gerekiyor. Nuhun Gemileri, fantastik bir roman mıdır, ütopik mi ya da distopya mı, yoksa gelecekte olası bir dünya tasarladığı için bilim kurgu mu? Kesin bir cevabım yok, yalnız atmosfer fantastik de olsa, insan ve yaşam konusunda oldukça gerçekçi olduğunu düşünüyorum.  Sanırım bu kararı okuyanın vermesi gerekecek.

-Nuh’un Gemisi, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya ait bir motif ve siz o ruhu kitaba üflemeyi denediniz. Kitabın atmosferi nasıl oluştu, yazarken neler hissettiniz?
Günümüz insanı geliştirdiği teknolojinin Dünya’yı nasıl etkilediğine aldırmadan, savaşarak, yıkarak, öldürerek yaşamayı sürdürüyor. Bitkilerin ve hayvanların en az kendisi kadar yaşam hakkı olduğunu umursamıyor bile. Silahlar geliştirmekten geri durmuyor. Akılla, mantıklı düşünceyle gözettiğini düşündüğü kısa vadeli çıkarlarının az ötesindeki tehlikeyi göremiyor. Bu gidişin büyük bir azapla son bulacağını düşünmekten alamıyorum kendimi. Yalnız ben değil tabi, iklim bilimciler ve diğer bilim insanları da geleceğimiz hakkında pek ümitli değiller. Bu roman, işte o azabı ve sonrasını kurguluyor. Tabi ters bir zamanlamayla, geçmişin sular altında kalmış dünyasına yolculuk olarak da okunabilir. Nuh’un gemisi ise bir tohum, toprağa ulaşma arzusunu taşıyor bize. İnsana ve hayata bir şans daha verebilmek için.  Ben de yazarak kendime bir şans vermeyi denedim. İnsanlık tarihinin ürünü olan bir özne olarak, insanlığın bende biriktirdiklerini keşfetmek için, dünyanın fiziksel ya da metafiziksel seslerini duyabilmek ya da duyamayacağımı görmek için. Sanırım, insan kendisi için en büyük bilmece olarak yaşamaktan kurtulamıyor. Zaman zaman, o büyük bütünün parçası olarak hissederken, zaman zaman da kendi küçücük dehlizlerimde kaybolduğumu hissettim.

İnsanlığın ortak bir hafızası olduğuna inanıyorum

-Roman, “ruhun hafızası” üzerine kurulmuş. “Sen hepimizi tanıyorsun yalnızca hatırlamak için zamana ihtiyacın var. Ruhun hafızasını keşfet.” diyor, Sarya karakteri. Akıl ve ruh ilişkisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Söyleyeceklerim ne gerçeklik iddiası taşıyor ne de doğruluk fakat şöyle tasavvur ediyorum. Bilmek, akıl ile ruh, his ile düşünce birleştiğinde gerçekleşiyor ve ortak bir hafızayı yaratıyorlar. Mutlak ya da en büyük diye düşündüğümüz, bunun ta kendisi belki de. İnsansa onu dünyaya taşıyan tohum. Bu yüzden insanlığın ortak bir hafızası olduğuna inanıyorum.  Aksi halde Dünya’ya yayılmış yüzlerce kültürün, coğrafya, iklim, dil, din farklılıklarına rağmen yaratmış olduğu ortak değerleri; masalların, efsanelerin, kutsal kitapların bana taşıdığı mirası kendime açıklayamam.
 
-Kitabınızda apaçık bir gerçeği dile getiriyorsunuz; çağlar boyu süregelen ve şimdinin dünyasındaki savaşları... İnsanı baştan çıkaran şey güç ve iktidar olduğu için mi insanoğlu acımasızdır ya da erdem ve adaletten uzaklaştığı için mi?  
Her ikisi de… Güç ve iktidar hırsı insanı kolayca baştan çıkarabiliyor, ne yazık ki bunun örneklerini sıklıkla görüyoruz. İşte burada erdem ve adalet ihtiyacı dayatıyor kendini. Çünkü insanlar bir arada yaşamak zorunda ve yaşamları bu kadar çok güçlünün ya da farklı iktidarın aynı anda var olmasına izin veremeyecek kadar iç içe geçmiş durumda. Bu nedenle barış içinde yaşamanın imkânlarını ancak adalete ve erdeme yaslanan, eş birlikteliğimizi sağlayacak güçlü yasalarla oluşturabiliriz.

“Gerçek, tenimizi yakmadığı sürece susuyoruz.”

-Kitapta “Yüce bilgelerin hassas yürekleri gibi ağlamaz ölü gömen analar.” deniyor. Peki, ait olduğumuz coğrafyadaki analar nasıl ağlıyor ve neden ağlayan hep onlar oluyor?
Gerçek, tenimizi yakmadığı sürece susuyoruz. Savaşa hayır demiyoruz, diyebileceğimizi düşünüyor, doğruyu bildiğimizi sanıyor fakat bizi buna sevk etmek üzere kullanılan kışkırtmaların, yönlendirmelerin, etkilemelerin art yüzlerini göremiyoruz. Bu yüzden, ırkımızla, dinimizle, rengimizle, hiç durmadan bizi ayrıştırıp duran egemenlerin, azaltmak, kontrol etmek, ihtiraslarına varabilmek için üstümüze saldıkları bu savaş illetine evlatlar kurban ediyoruz. Evladını yitiren ananın feryadı kendini kavurmuşken, biz uzaktan izlediğimiz acının yüreğimize bıraktığı derin izi, biraz ağladıktan, olayları biraz tartıştıktan sonra sakinleşip bir kenara kaldırıyoruz.

-Acının, diğer duyguların önüne geçebilmesi nedendir? İnsan elinden çıkma bir azap, “sureti vahşet olan insanın zulmü” olduğu için mi? İnsanoğlu, soyunu kendi zulmünden nasıl koruyabilir, umudunuz var mı bu noktada?
Acı, ateşe benziyor biraz, dokunduğu yeri kendine çeviriyor. Şiddetle hissedildiğinde diğer duyguların önüne geçebilmesi bundan. Acıyı yaratan koşullar sona erdiğinde ise unutuyor insan, unutmadan yaşamanın ne kadar zor olduğunu biliyor. İnsanı cahil kılan, zulme olanak tanıyan da bu unutkanlık, unutkanlığı seçme hali. Yeniden şiddetle sarsılıncaya kadar hatırlamak istemediği acı kendi canına dokununcaya kadar bekliyor. Bunu değiştirmek mümkün mü? Evet, mümkün. Başkasına da kendine de yapılan zulme karşı durmak mümkün. Umudumu koruyorum çünkü iyi insanlar tanıyorum, zulüm nereden gelirse gelsin karşı çıkacak insanlar. İyi insanların benim bildiklerimden çok daha fazla olduğuna, erdemli ebeveynlerin erdemli çocuklar yetiştirdiğine inanıyorum.

“Etrafımız, çocuk yüzlü anneler, okula gidememiş kızlar, dövülen, öldürülen kadınlarla çevrili.”
 
-“…salt insanı bulma yolunun sonunda. Cinsiyetlerimiz, insan doğasındaki kimliklerin neresinde?” diye soruluyor kitapta. Bu soruyu bizim dünyamızın gerçekliğinde yanıtlamanızı istesem, bir kadın ve şair olarak neler söylersiniz?

Başında değil, her bir kimliğimizle yan yana olmalı ama toplumsal yaşamımızda çoğunlukla yüzümüze çarpan ilk kimliğimiz oluyor. Bu öyle bir hile ki bazen baş edemeyeceğimiz şekilde sarıyor etrafımızı. Çoğunlukla düşüyoruz bu tuzağa, ya kadınlığımızı hep geride tutarak erkek rolüne bürünüyoruz ya da bir süre sonra onların beklentilerine uygun kadın rolünün sınırlarına hapsediyoruz kendimizi. Bu oyunu bozmak, bütün kimliklerini yan yana tutabilmek için incelikli bir zekâ ve güçlü bir direngenlik ama daha çok gerçekten şanslı olmak, gerekiyor. Ne yazık ki içine doğduğumuz kültür ve gelenekler, aile, bireysel yeteneklerimiz bu şansı sağlayamıyor her zaman, etrafımız, çocuk yüzlü anneler, okula gidememiş kızlar, dövülen, öldürülen kadınlarla çevrili.

-Kitapta inanç, dinler ve edebiyat iç içe geçiyor. Tüm dinlerin özü (güzel ruhlu ve erdemli insanların huzur içinde bulunması), geldikleri ve gittikleri yer aynı olmasına karşın bizi/insanlığı kuşatan şey nedir o halde?
Kitap, din ve öğretilere ait bütün sözlerin sular altında kaldığı bir dünyayı anlatıyor aslında. İnsanın yeniyi kurarken bu şansı nasıl değerlendireceğini merak ediyor çünkü. Yaratmış olduğumuz sayısız uygarlığın vardığı noktaya baktığımda, bu serüvenin her aşamasında dinlerin, inançların ve sanatın büyük rolü olduğunu görüyorum. Kuşku ve merakla sürdürülen bir arayışın ürünüdür bugünkü insan. Her bireyin bunun farkında olmadığı söylenebilir ama yine de birinin yerine diğerini koyarak, değişip değiştirerek ilerlemiştir. Bir yandan bu yolla bürokrasiyi, devleti, hukuk sistemini kurmuş, öte yandan ölümlü olmanın farkındalığıyla baş etmeye, kendini diğer canlılardan ayrı kılan şeyin gizemini keşfetmeye, çalışmıştır. Sonuçta dinler, insanın gelişimi için birer okul görevi görmüştür de diyebiliriz. 
Fakat birimizi diğerinden farklı kılan nedir ki? Aynı anne babadan doğduğumuz, aynı okulda eğitim gördüğümüz kardeşimizden bile farklı oluşumuzu hangi nedene dayandırabiliriz? Kaldı ki dünya çok geniş bir ailedir, bütün üyelerini aynı okullarda eğitseniz bile, her biri, öğrendiklerini kendince yorumlamaktan ve uygulamaktan vazgeçmeyecektir. 

“Güliz’in Kilitlerini bulma düşü hiç bitmesin”

-Öğretici Daren, “Her birimizin burada oluşunun bir anlamı olduğu gibi. Umarım bulmadan ayrılmayız.” diyor. Romanı yazmayı bitirdiğinizde merak ettiğiniz soruların cevaplarına ulaşabildiniz mi, peki okurunuz çözebilecek mi “Güliz’in Kilitleri”ni?
Cevaplar bulmak için mi ararız, yoksa yepyeni sorularla karşılaşmak için mi? Sanırım bu romanı bitirdiğimde ne kadar cahil olduğumu fark ettim en çok. Yok, bildiğim hiçbir şey yok aslında. Şimdi şu söylediklerim de, şiirlerimde, romanda anlattıklarım da birer faraziyeden ibaret. Yine de ümit işte, Güliz’in Kilitlerini bulma düşü hiç bitmesin diye.

-Son söz olarak, Ankaralı okurlarınıza şair yönünüzle veda etmenizi/seslenmenizi istesem, hangi şiirinizin dizelerini seçersiniz?
“can
kaç kez söyledi
etten duvarlar içinde

duruluğunu yitiren
kan kıvamında
söyledi

bir kez yaşamakla
ne öğrenebilir ki insan”
                             (asıl suret ve bahçedekiler)

 
Sanatseverler protesto etti
 
30. yıla Karaca’lı kutlama
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Sanatseverler protesto etti
ANKARA GAZETESİ / Akün ve Şinasi sahnelerinin satılmasına tepki gösteren ...
Her şey dahil sergi
ANKARA GAZETESİ / Cinnah Caddesi’nde hizmete giren Foyart Sanat Merkezi, ...
Tunalı’da seri katil avı
ANKARA GAZETESİ / Tunalı Hilmi Caddesi’nde bulunan Tiyatro Kafe, psikolojik-gerilim ...
 
Miniklere tiyatro
ANKARA GAZETESİ / Yenimahalle Belediyesi tarafından düzenlenen ücretsiz ...
AKM’nin konuğu Niğde Günleri
ANKARA GAZETESİ / Bu yıl 4’üncüsü gerçekleştirilen Başkent’te Günleri ...
Ankara tiyatroya doyacak
ANKARA GAZETESİ / Ankara Tiyatro Festivali, bu yıl 19. kez ‘perde’ diyor. ...
 
50’nci yıla resim sergisi
ANKARA GAZETESİ / Kuruluşunun 50’nci yılını kutlayan Türkiye Yüksek İhtisas ...
Elçilikte genç sergi
ANKARA GAZETESİ / Almanya Büyükelçilik rezidansı ‘Ankara’nın Genç Karması ...
‘Bedeli Ödenmiştir’ tam not aldı
ANKARA GAZETESİ/ Yenimahalle Belediyesi, Ankara Ekin Tiyatrosu’nun sahneye ...
 
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ANKET
Türkiye'nin aktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?

Doğru Buluyorum
Yanlış Buluyorum
Fikrim Yok

Sonuçları göster Anket arşivi
ARŞİV
Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor
KünyeKünye FacebookFacebook TwitterTwitter Günün HaberleriGünün Haberleri