İşaret edilen nokta ortak: 1 Mart Tezkeresi. 2003’te Türkiye adına ABD ile müzakereleri yürüten heyetin başkanı, eski MHP milletvekili Deniz Bölükbaşı’yla bugünkü gelişmeler ile tezkerenin reddi arasındaki ilişkiyi konuştuk. ABD ile yürütülen 1 Mart tezkere müzakerelerinde Türk heyetine başkanlık ettiniz. Çok tartışılan o soruya birinci ağızdan cevap vermenizi istiyorum. 1 Mart tezkeresi geçseydi bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan noktaya gelinir miydi?
- Hayır, gelinmezdi. 1 Mart Tezkeresi geçmiş olsaydı, PKK’nın bugün Kandil dışında kamp yerleri, eğitim alanları, cephanelikleri, Türkiye’ye geçiş yolları, toplanma bölgeleri tümü Türk askerinin kontrolü altında olacaktı. Eğer 1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı; PKK bugün altından kalkamayacağı çok ağır bir darbe yemiş olacaktı. Barzani bağımsız devlet olma yolunda mesafe kat edemeyecek, 25 Eylül’de referandum yapma noktasına gelemeyecek, Bağımsız Kürt Devleti onun çocukluk hayali olarak kalacaktı. Ve 1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı Türkmenlerin bugün ikinci sınıf Irak vatandaşı konumuna itilmeleri mümkün olmayacaktı.
Geçmeyince karşımıza nasıl bir tablo çıktı??
- PKK Kuzey Irak’a kalıcı olarak yerleşti. Suriye kolu iç karışıklıktan faydalanarak, Suriye’nin kuzeyinde üç kanton oluşturdu. Irak’tan başlayıp Suriye’ye ve Akdeniz’e ulaşacak bir terör koridorunun alt yapısı hazırlandı. PKK, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye karşı ikinci bir saldırı cephesi olarak kullanmaktadır. Barzani bugün bağımsızlık aşamasına gelmiştir. Türkiye’nin de hoşgörüsüyle, bağımsız bir devlet yapılanması olması için gerekli tüm kurum ve kuruluşları bu süreçte kurmuştur.
- “Tezkere geçseydi yabancı bir ordu, komşu ülkeyi işgal etmek üzere Türkiye toprakları üzerinde bir savaş köprüsü kuracaktı” görüşü var. Bu Türkiye’ye yakışır mıydı?
- Yakışırdı. Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik tehditler çok daha vahimse bu bir komşu ülkeye yönelik askeri harekâta kendi topraklarımızı açmış olmamız fazla bir önem taşımazdı. Bir de şunu unutmayın; savaş geliyordu. Türkiye olsa da olmasa da Amerika Irak’ı işgal edecekti. Nitekim tezkere reddedildiği için Güney’den girdi. Savaş kaçınılmazdı ama savaş sonrasının bütün olumsuzlukları Türkiye’ye yansıyacaktı. Şimdi bir iddia var: “Efendim Türkiye, Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçmesine izin verseydi Müslüman kanı dökülmesinin sorumluluğunu paylaşacaktı”. Ee, vermedik de ne oldu, Müslüman kanı yine döküldü.
- O dönemde askeri ve siyasi belgelerin müzakere edildiğini kitabınızdan öğrendik. Ne diyordu belgeler??
- Eğer Kürt grupları Amerikan işgalini fırsat bilip bu yeşil hattın ötesine geçerlerse -ki Musul ve Kerkük yeşil hattın güneyinde kalıyor- Amerika ve Türkiye bu düşmanca hareketin püskürtülmesi için iş birliği yapacaktı. İlk önce ABD birlikleri bu düşmanca hareketleri önlemek için müdahale edecekti, yeterli gücünün olmadığı noktada Türk birliklerinden yardım talep edecekti. Türk ve Amerikan askerleri o bölgeye müdahale edeceklerdi ki 2003 sonrası Kürt gruplar bu yeşil hattı geçmiştir. Musul ve Kerkük’te tapu dairelerinde nüfus kayıtlarını imha etmişlerdir. Eğer 1 Mart Tezkeresi kabul edilip Türkiye oraya girmiş olsaydı bunu yapamayacaklardı.
- Belgelerde Türkmenlerle de ilgili bölüm var mıydı??
- Siyasi bakımdan Türkmenlerin kurucu unsur olduğu teminat altına alınmıştır ve onların güvenliğine yönelik herhangi bir harekette -ki Barzani bunu yapmıştır- Amerika ve Türkiye müştereken askeri müdahalede bulunacaktı. Bunun bir teyidini Amerikalılardan almıştık. Başkan Bush, 24 Şubat 2003’te yazdığı mektupta şunu diyor: ‘Ekonomik yardım ve reform ile Irak’ın siyasi geleceği, siyasi belge ve askeri konularda yazılı belgeler üzerinde anlaşmaya varılmasından memnuniyet duyuyorum. Bu belgeler, Irak konusundaki karşılıklı destek ve işbirliği koordinasyon esaslarını belirleyen sağlam bir çerçeve oluşturmakta ve ülkelerimizin dostluğunun ve paylaşılan çıkarların derinliğini göstermektedir. Bu belgelere uygun olarak hareket etme taahhüdümü tekrarlarım.”
- Bazı emekli büyükelçiler ve generaller böyle bir evrakın olmadığını söylüyor…
- Belgeler ortadadır. Metinleri kitapta verilmiştir. Buna rağmen bu iddialar olsa olsa hezeyandır. Bunu verdiği bir röportajda dile getirenlerden biri Emekli Büyükelçi Sayın Şükrü Elekdağ, 1 Mart tezkeresine ‘hayır’ oyu vermişti. Herhalde şimdi vicdanını temizlemeye çalışıyor. Yaptığın işin doğru olmadığını yaşanan gelişmeler göstermiştir.
- Karşı çıkanların gerekçesi belge eksikliği miydi?
- Onu söyleyenler de var, ‘askeri belge Türkiye’ye PKK’ya müdahale yetkisi vermiyordu’ diyenler de… ‘Askeri belge yoktu imzalanmamıştı’ diyenler var. Herkes bir şey buluyor vicdanlarını temizlemek için. Şimdi size bir olay anlatayım: 1 Mart’tan dört-beş gün önce Müsteşar Uğur Ziyal’la birlikte Başbakan Abdullah Gül’ün talimatıyla, Deniz Baykal’dan randevu istedik. Odasına gittik yanında Şükrü Elekdağ, rahmetli İnal Batu ve Onur Öymen vardı. Her şeyi; askeri planları da gösterdik. Kamuoyunun bilmediği her şeyi önlerine koyduk. Bize çok teşekkür ettiler; “Çok iyi bir belge hazırlanmış ama biz ‘hayır’ oyu vereceğiz” dediler.
- Oylamadaki olasılıklar için Dışişleri’ne rapor hazırladınız. Öngörülerinizin ne kadarı tuttu?
- Bütünüyle tutmuştur maalesef. Yaşananlar ortadadır. 1 Mart Tezkeresi’nin bir özelliği; Cumhuriyet tarihinde ilk defa radikal İslamcıları, siyasi İslamcıları, Atatürkçüleri, solun her rengini, bütün cemaat ve tarikatları bir araya getirdi. ‘1 Mart’a hayır koalisyonu’ oluşturdu. Bakın; 1 Mart oylamasının meclis gizli oturumundan 2 -3 gün önce Barzani Selahattin şehrinde Saddam rejimi muhalifleriyle bir toplantı yapıyor ve o toplantıda “Merak etmeyin tezkere geçemeyecek, Türkiye gelemeyecek çünkü TBMM’de 70 adamım var” diyor.
- Kimdi bu ’70 adam’?
- Onu bilemiyorum. Bunun için 1 Mart gizli oturumunun tutanakları açıklanmalı. Yasal süresi 10 yıldır. 10 yıl sonra açıklanabilir ama üzerinden 15 yıl geçti, niye açıklamıyorlar?
- Gerekçe?
- Bilemiyorum. Bu kararı alacak olan Meclis Başkanı’dır. Zabıtlar açıklandığı zaman göreceksiniz ki, 99 ‘hayır’ oyu veren AKP’lilerin kimliği ortaya çıkacak. O gizli müzakerelerde başkanlık makamında oturan Sayın Bülent Arınç’ın nasıl gerilla gibi tezkere çıkmasın diye kendini helak ettiği görülecek. Muhalefetin oylamaya geçmeden önce ne yaptığı da ortaya çıkacak. Her bakımdan açıklanmasında yarar vardır.
- Başbakan Abdullah Gül’dü… Destekledi mi?
- Daha enerjik destekleyebilirdi diyelim.
- Ya Recep Tayyip Erdoğan o dönem başbakan olsaydı…?
- Çok farklı olurdu. Tezkerenin geçmesi için en çok gayret sarf eden dönemin AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’dı.
- Askerin tutumu nasıldı?
- Asker de daha enerjik destekleyebilirdi diye düşünüyorum.
- Cumhurbaşkanı Sezer’in de ‘uluslararası meşruiyeti olmadığı’ gerekçesiyle itirazları vardı…?
- Ben hukuk fakültesi mezunuyum. Dışişleri Bakanlığı’nda baş hukuk müşavirliği görevinde bulundum. Eğer bir ülkenin hayati çıkarları, milli güvenliği söz konusuysa, ‘uluslararası meşruiyet bütün unsurlarıyla var mıdır yok mudur’ düşünmezsiniz. Tıpkı bugün Barzani’nin referandumundan sonra 1926 anlaşması Türkiye’ye müdahale hakkı veriyor mu tartışması gibi.
- Reddi halinde bedel ödeneceğini yazdığınız raporla hükümete sunuyorsunuz. Sonra o çuval hadisesi yaşanıyor... Bu ilk bedel miydi??
- O küçük ama çok önemli bir bedeldir. Ve bunun arkasında hiç tereddütsüz Barzani vardır. Olayın tüm yönleri ileride belki daha da aydınlanacak. Bu hadise, Türk milletinin onurunu hiç tereddütsüz rencide etmiştir. Ama onun kadar önemlisi o TİM’in bulunduğu karargâhta bizim Irak Türkmen cephesinin o bölgedeki teşkilat yapısı ile çok hayati bilgiler de vardı. Baskından sonra onlar ele geçirildi. Barzani’ye verdiler. Ondan sonra Irak Türkmen cephesinin çok önemli bir kadrosu öldürüldü. Burada bırakayım bu konuyu.
SIRA TÜRKİYE VE İRAN'A GELECEK
- Bugüne dönelim. Barzani’nin referandumu nasıl bir milli güvenlik tehdidi oluşturuyor?
- Birincisi; Türkiye topraklarının bir kısmını da içine alacak dört parçalı büyük Kürdistan’ın Irak parçası kuruluyor. Barzani’nin referandum kampanyasında Türk topraklarının üçte birini, 265 bin kilometre içinde gösteren haritalar kullanıldı ve PKK’nın en büyük hamisi Barzani, bağımsızlık yolunda adım attı. Bu birinci milli güvenlik tehdidi… İkincisi Türkmenlerin güvenliği, Türkiye için bir milli güvenlik sorunudur. Türkiye’nin yapması gereken referandumu sonuçsuz bırakmak; daha doğrusu kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm bırakmaktır.
- Çözüm nedir?
- Fiili bağımsızlığın önüne geçerek. Türkiye, fiili askeri güçle de desteklenen etkili ve kapsamlı bir caydırıcılık siyaseti izlemeli. Bunun için gereken, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik yaptırımları süratle harekete geçirmesi.
- İran, Irak’la problemi çözmek açısından doğru adres midir?
- Irak’ın üç komşusundan biridir. Evet, doğru adrestir. Bağımsız Kürt Devleti, dört parçalı ‘büyük Kürdistan’ın Irak parçasını oluşturacak. Dört parçalı Kürdistan’ın bir parçası da İran’da kuruluyor. Suriye parçasında PYD vasıtasıyla bir mesafe alındı. Sıra Türkiye ve İran’a gelecek. Yalnız Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve AKP hükümet sözcülerinin beyanlarına baktığımızda, söylemde görünürde kararlı ve sert, eylemde munis, muğlak, mütereddit bir tutum içindeler. İran kara sınırını kapattı. Kuzeye üç sınır kapısı var. Süleymaniye -Erbil bağlantılı uçaklarını durdurdu. Ve İranlı petrol şirketlerine Kuzey Irak’la petrol alışverişini yasakladı. Türkiye ne yaptı bugüne kadar? Barzani’nin Ankara’daki temsilcisine “Bir daha gelme” dedi. Barzani’nin peşmergelerine sağlanan askeri eğitim desteğini durdurdu. Bir de Irak merkezi hükümeti hava sahasını kapattığı için, THY’nin ve diğer Pegasus ve Atlas’ın Süleymaniye-Erbil seferlerini durdurdu. Tabiri caizse beyanlarda ses var ama görüntü yok. Konuşuyorlar ama aksiyon yok.
- Ne yapmalı?
- Türkiye’nin elinde iki imkân var. Biri, Musul-Kerkük Yumurtalık Petrol Boru Hattı diğeri de Habur Sınır Kapısı. Habur Sınır Kapısı Kuzey Irak’ın can damarı. Habur üzerinden yapılan Irak’la yapılan ticaret yılda 8-9 milyar... Türkiye’nin şunu yapması gerekir: Habur’un batısından legal olarak Kürt bölgesine dâhil olmayan ama Barzani’nin fiilen kontrol iddiası olduğu bölgeden bir yol açmak. Bu, Ovaköy sınır kapısı olabilir. Oradan Sincar ve Telafer üzerinden Musul ve Kerkük’e inen bir güzergah açmasında fayda var. Böylece Irak’la olan ticaretimiz de sekteye uğramaz. Bunu Irak merkezi hükümetiyle yapmak lazım, çünkü sınırın karşı tarafının güvenliğini Irak ordusu sağlamalı. Eğer Türkiye’den yardım isterse TSK’nın bu amaçla gitmesi de oraya uygun olur.
- Bu ne fayda sağlar??
- Birincisi, Kürt bölgesini by-pass ederek Irak’ın bütünüyle irtibatımızı sağlayacak güvenli bir yol oluşturulmuş olur ki ticaret buradan devam eder. İkincisi Suriye’deki PYD’yle -Kürt bölgesi arasındaki bağı kesmiş oluruz. Üçüncüsü bu yol Sincar’dan geçer, PKK oradan temizlenir. Dördüncüsü o bölgede bulunacak bir Türk askeri varlığı, Türkmenlere de bir güvence olur garanti olur.
- Riskleri var mıdır?
- Yaşamanın kendisi risktir. Ama ne ağır basıyor ona bakmak lazım. Barzani gözünü karartırsa oradaki yol güvenliğini sağlayan Irak ordusuyla Türk birliklerine karşı bir harekâta girişebilir. O zaman da Türkiye’nin; Barzani’nin Selahaddin’deki başkanlıksa sarayıyla, Erbil’deki parlamentosunu başına geçirme hakkı doğar.
- Barzani çocukluk hayalinin ne kadarını gerçekleştirdi?
- Önemli bir aşama kat etti. 71 yaşındadır Barzani, işte kasım ayında başkanlık parlamento seçimlerinin yapılacağını söylüyor. Barzani’nin çocukluk hayalini kâbusa döndürmek ve bu kâbusu ona yaşatarak öğretmek Türkiye’nin elinde. Bu dönemde Türkiye’nin yapması gereken, Barzani’nin Irak anayasasında belirlenen sınırlar içine çekilmesi, tartışmalı bölgeler üzerindeki fiili kontrolünü sona erdirmesi ve bu bölgelerin statüsünün bir an önce çözüme kavuşturulmasını sağlamaktır.
TÜRKİYE HANGİ DURUMLARDA ASKERİ GÜÇ KULLANMALI
- Yaygın görüş: Askeri güç en son seçenek olmalı!
- Doğrudur ama Türkiye hangi durumlarda askeri güç kullanmak zorundadır ona bakalım. Türkmenlerin güvenliği tehlikeye düşerse; 1926 anlaşması bize müdahale hakkı veriyor mu vermiyor mu bakmayız, sözün bittiği yerdir, müdahale ederiz. Bugün Kuzey Irak’ta askeri birliklerimiz, onların güvenliği tehlikeye girerse Türkiye haliyle müdahale edecektir. Beni son dönemde rahatsız eden bir algı oluşturuluyor kamuoyunda.
- Nedir o?
- Şu: “Efendim Barzani Nakşibendi geleneğinden gelen bir devlet adamıdır. Türkiye’deki Kürtler, Barzani’ye ve bağımsızlık heveslerine sempati duymaktadır. O bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti, İslami hassasiyetle ve ümmet anlayışıyla hareket etmeli, sert tedbirler almamalı, Iraklı Kürtlere abilik yapmalı” gibi. Bunun sonucu Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren konularda bir Barzani ipoteği tesis etmektir.
- Bunun belirtilerini görüyor musunuz?
- Hükümetin henüz somut etkili adım atmamasında bunun etkili olmuş olabileceğini düşünebilirsiniz. Bu durumun Milliyetçi Hareket Partisi ayağı da var. Yine bu çevreler diyorlar ki “Türkiye’deki Kürtler AKP’ye oy vermektedir. MHP ile yakınlaşma, AKP’ye oy veren Kürtler ile arasında bir mesafe oluşturmaya başladı. AKP’nin Türkiye’deki Kürt seçmenlerini incitmemek lazım”. Şahsi fikrim; eğer Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti bunların ve daha bilmediğimiz diğer unsurların etkisiyle bu konuda zafiyet gösterirse bunun dört önemli sonucu alacaktır.
- Nedir o sonuçlar?
- Birincisi; Barzani bundan cesaret alacak. Bağımsızlık ilanını hemen fiiliyata aktarmasa bile zamana yayarak bir vadede Bağımsız Kürt Devleti’nin kurulmasının önü açılacaktır. Bu durum Iraklı Türkmenlerin geleceğini ateşe atacak, yok olmaları sürecini başlatacaktır. Bunun bir de Suriye boyutu vardır. Barzani konusunda zaaf gösteren bir Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde iç savaş sonrası yeni siyasi mimari belirlenirken, PYD’nin özerk, bağımsız bir bölgeyle başlayıp bağımsızlık yolunda adım atmasını önleme imkânları şimdiden sıfırlanacaktır. Türkiye’nin caydırıcılığı ve inandırıcılığı kalmayacaktır. Dördüncüsü de, bu durumda Suriyeli Türkmenleri bekleyen akıbette, Irak’taki Türkmenlerden çok farklı olmayacaktır.