İşte Prof. Dr. Çağrı Erhan'ın 'Avrupa Birliği ve parçalanma' başlıklı yazısı
Cuma günü Katalonya’nın tek taraflı bağımsızlık ilanı ve İspanya’nın Katalonya’nın özerkliğini kaldırması kararları arka arkaya geldi. Avrupa Birliği sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada “tek muhatabımız İspanya” diyerek, Katalonya’nın bağımsızlık ilanını tanımayacağını duyurdu. Uzun yıllardır zaten tartışılmakta olan bu konuda yeni bir aşamaya geçilmiş durumda.
Katalonya Avrupa’daki tek ayrılıkçı bölge değil. AB üyesi ülkelerde 30’dan fazla ayrılıkçı hareket mevcut. İspanya’da Katalonya’nın yanı sıra, Bask, Endülüs ve Galiçya’da ayrılma yanlısı gruplar var. Fransa’da Korsika, Oksitenya ve Brötanya, Birleşik Krallık’ta İskoçya ve K. İrlanda (hatta Galler), Belçika’da Flander ve Valonya, Almanya’da Bavyera, Hollanda’da Frizya, Polonya’da Yukarı Silezya, İtalya’da Lombardiya bu ayrılıkçı bölgelerin önde gelenleri... AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerine bakıldığında ise, Bosna Hersek’te Sırp Cumhuriyeti (Republica Sırpska), Kosova’da Kuzey Kosova, Moldovya’da Transdinyester, Sırbistan’da Voyvodina, İsviçre’de Jura Kantonu gibi çok sayıda irili ufaklı bölgede de çeşitli büyüklüklerde bağımsızlıkçı siyasi hareketler varlık gösteriyor.
Avrupa ülkelerindeki tüm ayrılıkçıların kendi bağımsız devletlerini kurmaları hâlinde bu kıtadaki devlet sayısının 100’ün üstüne çıkması söz konusu olacak. Elbette bu Avrupa Birliği tarafından da, AB’yi oluşturan üye devletler tarafından da kabul edilebilir bir durum değil.
Avrupa Birliği son derece hayati bir testten geçiyor. Bu Brexit’ten de, finansal buhrandan da daha yıkıcı tesirleri olabilecek bir dalgaya dönüşebilir. Ve meselenin bu seviyelere taşınmasında AB’nin de azımsanamayacak bir payı var.
Uluslarüstü (supranasyonel) bir örgüt olma iddiasındaki AB projesinin özünde, millî devletlerin egemenlik yetkilerinin kademe kademe AB organlarına devredilmesi düşüncesi yer alıyor. 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla ekonomik alandaki egemenlik yetkilerinin devri hız kazandı. Takip eden 20 yıl boyunca yapılan yeni antlaşmalarla, siyasi egemenlik alanının bir bölümü de dâhil olmak üzere üye devletler evvelce münhasıran kendi anayasal kurumlarına ait olan birçok yetkilerinden Brüksel lehine vazgeçtiler. Şayet AB Anayasal Antlaşması 2005’te Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmemiş olsaydı, üye devletler dışişleri ve savunma alanlarındaki bazı yetkilerini de devretmiş olacaklardı. Ama orada frene basıldı. Lizbon Antlaşması ile “tam siyasi bütünleşme” hedefi daha ileri bir tarihe ertelenmiş oldu.
1957’deki Roma Antlaşması’nı bir milat kabul edersek, yaklaşık 60 yıla yayılan “üye devletlerin egemenliklerinden Brüksel lehine vazgeçmeleri” sürecinde, Brüksel’in en büyük rakibi merkezî hükûmetler, en güçlü destekçisi ise yerel yönetimler oldu. Söz konusu yerel yönetimler de tıpkı AB gibi, merkezî hükûmetlerden daha fazla yetki almak istediklerinden büyük oranda Brüksel’le birlikte hareket ettiler. AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’nın en önemli ilkelerinden biri olan subsidiarite (yerindelik, yerellik, yersellik, yetki ikamesi) işte bu “AB-yerel yönetimler koalisyonu”nun meyvesidir.
AB uzmanlarının Türkçe karşılık bulmakta epey zorlandıkları bu ilkeye göre, bir işin yapılması işin gereken yetki/sorumluluk, o işle ilgili olarak halka en yakın birime aittir. Bunlar çoğunlukla, eyalet, özerk yönetim, belediye gibi farklı isimler taşıyan yerel yönetimlerdir. Şayet o birim bu sorumluluğun gereğini yerine getirmekte zorlanıyorsa, o hâlde yetki bir üst makama geçer.
İster istemez subsidiarite ilkesinin AB ülkelerinde uygulanması merkezî otoriteye ait birçok yetkinin yerel yönetimlere aktarılmasına yol açtı. Bu ilkenin özünde, bir işin daha verimli şekilde, daha az maliyetle ve karar alma süreçlerinin daha hızlı işletilmesiyle yapılması düşüncesi vardı. Ama yerel seviyedeki yetkilerin ve siyasi gücün artması, özellikle tarihsel olarak ayrılıkçılığın var olduğu bölgelerde, merkezî hükûmetle bağların iyice zayıflatılması yönünde sonuçlar da doğurdu.
Görünen o ki, “Katalonya referandumu” bir yandan AB’nin “halklar Avrupası” inşa etme düşüncesini derinden sarsacak, diğer yandan da subsidiarite ilkesinin mevcut uygulamalarının gözden geçirilmesine yol açacak. Unutmayalım, tüm devletler ayrılıkçılığa refleks gösterir. En yaygın refleks merkezî hükûmetlerin evvelce terk ettikleri egemenlik alanlarına yeniden ve daha güçlü dönmeleri şeklinde olur. AB’de böyle bir eğilimin yükselişe geçmesi ise uluslarüstülüğü yani AB’yi tarihe gömer.
Tüm vatandaşlarımızın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı en içten duygularımla kutluyorum.