Doğu irfanının sırrını fısıldayan hakikat mermerleri. Atalarımızın veciz sözlerinde gizlenen bilgelik şelalesi, modern çağın her türlü gürültüsünü bastıran bir sesle konuşmaya devam ediyor.
"Çok konuşanın yanında sağır ol." Ne muhteşem bir tespit! Socrates'in "Bilgeliğimin kaynağı, hiçbir şey bilmediğimi bilmemdir" sözündeki tevazu ile aynı pınardan besleniyor. Fazla sözün boğduğu hakikatler var. Söz gümüşse sükût altındır, derken kadim bilgelik aslında dinlemenin konuşmaktan daha yüce bir sanat olduğunu hatırlatıyor bize.
Kusur arayanda kalp körleşir. O meşum avcı, sürekli tenkit ettiği kişilerde kendi kusurlarını görmeye mahkûmdur. Oysa insanın kemâli, başkasının değil kendi kusurlarını görmekle başlar.
Cimrinin sofrasındaki açlık, maddenin değil ruhun açlığıdır. Varlık içinde yokluk çeken zavallı bedenler... Servet, paylaştıkça çoğalır; sakladıkça eksilir. Cimrinin dramı, kendini zengin sanıp aslında fakir olmasıdır.
Vefa bilmeyen, hafızasını kaybetmiş bir toplumun hücresidir. Geçmişle bağını koparan kişi, geleceğe köksüz bir ağaç gibi sallanır durur. İnsanlığın tarihi, vefanın muhteşem destanıdır aslında.
Hayasızlık, medeniyetlerin çürüme alametidir. Uzaklaşın ondan, uzaklaşın ki ruhunuzun billur sarayı lekelenmesin. Utanma duygusu, insanı hayvandan ayıran o ince çizginin bekçisidir.
Tevazu bilmeyen insan, ilahi kalıptan çıkmış ama içi boş bir heykeldir. Kibirli ruh, içine hiçbir şey sığdıramayan, kendi büyüklüğünün kurbanı olmuş bir fanustur.
Bu kadim öğütler, şarkın mukaddes kitabından kopmuş sayfalar gibi. Modern çağın şaşaası içinde kaybolmuş ruhumuza bir pusula belki de. Goethe, "Doğu'ya ait olan kutsaldır" derken haksız değildi. Şark'ın bilgeliği, maddenin köleliğinden azat olmak isteyenlere rehberlik etmeye devam ediyor.
İnsanlık serüveninde kaybolduğumuz her kavşakta, bu tür sözler bize yolumuzu hatırlatıyor. Ne mutlu kulak verenlere...