Sabahın erken saatlerinde Meclis koridorlarında yürürken, havada farklı bir enerji hissediyorsunuz. Kimi telaşlı, kimi umutlu… Ama herkes biliyor: Türkiye yeni bir döneme girdi.
Bu topraklarda her yüz yılda bir büyük silkiniş yaşanır. Şimdi o eşiğin tam ortasındayız.
Küresel sistem çatırdıyor, Avrupa eski kudretini arıyor. Fakat Anadolu’da yepyeni bir ses yükseliyor.
Eski Milletvekilimiz İbrahim Aydemir, yılların siyasî tecrübesiyle konuşuyor: “Devlet aklını diri tutmak, millet vicdanını diri tutmaktır.” Bu cümle, aslında Türkiye’nin yeni rotasını özetliyor.
Ekonomi, savunma, diplomasi… Hepsi birbirine bağlı zincirin halkaları gibi. Bu zinciri sağlam tutan ise milletin kendisi.
Aydemir’in anlattığı şey kuru bir hamaset değil; tarihî bir zorunluluk. Çünkü Türkiye artık sadece kendi sınırlarına değil, insanlığın geleceğine dair bir vizyon kuruyor.
Bugün Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da her gelişmenin gölgesinde Türkiye’nin izi var. Bu bir tercih değil, tarihî bir sorumluluk.
Anadolu, bin yıl önce olduğu gibi yine dünyanın kalbi haline geliyor.
Küresel düzenin duvarları yıkılırken, yeni duvarlar örülmüyor; aksine köprüler kuruluyor. Türkiye bu köprülerin baş mimarı.
Aydemir’in sözüyle, “Yüzyılın inşasında akıl, adalet ve ahlak bir arada yürümelidir.”
Bir gazeteci olarak biliyorum; böylesi dönemler tarihin hızlandığı anlardır. Ankara’nın havasında o hız, o dönüşüm açıkça hissediliyor.
Bir devrin kapandığı, yeni bir çağın başladığı zamanlardayız.
Ve bu kez Türkiye seyirci değil, başrolde.