Besteci ve orkestra şefi Musa Göçmen, Eskişehir Ticaret Odası’nın (ETO) hazırladığı “Eskişehir’in Sesleri” ödül töreni için özel olarak, müzikte hiçbir müzikal enstrüman kullanmadan, tamamen doğal seslerle ‘Eskişehir’in Seslerinden Ticaretin Senfonisi’ni yazdı. ETO Yönetim Kurulu Başkanı Harun Karacan’ın fikir babalığını üstlendiği projede, davul yerine satır, zil yerine çiğ börek’in kızarma sesi, perküsyon yerine şişe sesi, piyano yerine tamir anahtarlarının sesi, insan sesi yerine yazar kasa sesi, trampet yerine matkap sesi kullanıldı. Musa Göçmen, projeyle ilgili soruları yanıtladı:
- Musa Göçmen ismini hep farkı projelerde görüyoruz. Nedir sizi bu farklı bakış açısına çeken?
- Zaman her yeni gün yeniden değişiyor. Bu değişimin içerisinde eser yaratan bir sanatçı da tabii ki bundan nasibini alıyor. Ben de çağdaş bir besteci olarak farklı yaklaşımla eserler üretmekten büyük zevk alıyorum açıkçası.
- Tüccar, esnaf ve sanayicinin iş yeri seslerinden bir müzik bestelenmesi ve hiçbir müzikal enstrüman kullanılmaması hayli farkı ve merak uyandırıcı. Nasıl doğdu proje fikri?
- Projenin fikri Eskişehir Ticaret Odası yönetim kurulu başkanı Sayın Harun Karacan’dan. Proje ilk bana ulaştığında çok heyecanlandım çünkü bunu başarabilmek o gün için hayalden öte bir şey değildi. Düşünün insanların her an gürültü diye kaçtığı sesleri toplayıp kaydedeceksiniz ve bunlardan bir eser yazacaksınız. En zoru da bu eseri herkesin dinlemekten keyif alacağı bir melodik çizgiye oturtacaksınız. Bir de müzikal hiçbir enstrüman kullanılmaması işin cabası.
- Süreç nasıl işledi? Çünkü bu pek alışılagelmiş bir besteleme süreci değil.
Haklısınız her şeyden önce tüm bu seslerin birer listesi yapıldı. Ardından tüm bu sesler yerinde görüntüleri ile kaydedildi. Çünkü eserin bir video gösterimi de plan dâhilinde idi. Ama tahmin edersiniz bu süreç aylar sürdü. Bu sesler stüdyo ortamında hangi çalgıya karşılık gelir ve nasıl bir notasyon ile çalışmalıyız planlandı. Sonuç olarak her ses bir çalgıya dönüştü ve kendi notaları içerisinde bir müzik besteledim.
- Hangi ses, hangi enstrümana karşılık geliyor?
- Tabi burada hepsinin ismini bire bir vermek öyle zor ki. Eseri oluşturan tüm sesleri ard arda sıralasak sayfalarca olur. Ama birkaç örnek verebilirim. Davul yerine satır, zil yerine çiğ börek’in kızarma sesi, perküsyon yerine şişe sesi, piyano yerine tamir anahtarlarının sesi, insan sesi yerine yazar kasa sesi, trampet yerine matkap sesini kullandım.
- Eseri yazarken sizi en çok ne zorladı?
- Eserde hiçbir müzikal enstrüman kullanılmaması bugüne kadar bizim müzik olarak algıladığımız her şeyi alt üst ediyordu. Besteci hep bu enstrümanlarla düşünür. Ticaretin Senfonisi projesinde bilinenin çok çok ötesinde çalgıları deneyimlemek ve onlarla yeni bir eser yazmak zorunda kaldım. Tüm bu seslerin gürültü algısının ötesine taşınması ve herkes tarafından dinlenebilir bir sanat eseri olması süreci zorlu idi.
- Bu eser bizi nereye taşıyacak. Bu müziği dinleyen, klibi izleyenleri neler bekliyor?
- Eserin kendi içerisinde bir bakış açısı felsefesi elbette ki var. Hayatımızda sürekli gürültü olarak algıladığımız sürekli kaçtığımız seslerin bir ahenk içerisinde nasıl bir sanat eserine dönüştüğünü görmemizi sağlıyor. Doğru bir yönetim ve planlama ile ticaretin seslerinin bu ahenginden nasıl bir senfoni oluştuğuna 8 Aralık saat 13.30’da Anadolu Üniversitesi AKM Opera ve Bale salonunda, Eskişehir’deki ilk gösterimde şahit olacağız.